Online Fm

Her Güzelligin Bir Bedeli Vardır ((: Sende Bu Güzellikden Yararlanmak İçin Lütfen Üye Olunuz...!

Join the forum, it's quick and easy

Online Fm

Her Güzelligin Bir Bedeli Vardır ((: Sende Bu Güzellikden Yararlanmak İçin Lütfen Üye Olunuz...!

Online Fm

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Paylaşımda Kalite..


    Rahmet Peygamberi’nin Diğer Peygamberler Arasındaki Yeri ...

    avatar
    deli_cecen


    Mesaj Sayısı : 23
    Rep Puanı : 0
    Rep Gücü : 40
    Kayıt tarihi : 01/03/09

    Rahmet Peygamberi’nin Diğer Peygamberler Arasındaki Yeri ... Empty Rahmet Peygamberi’nin Diğer Peygamberler Arasındaki Yeri ...

    Mesaj  deli_cecen Cuma Mayıs 15, 2009 10:28 pm

    Rahmet Peygamberi’nin Diğer Peygamberler Arasındaki Yeri
    Daha önce de ifâde ettiğimiz gibi nübüvvet-i Muhammedî, henüz Âdem âilesi teşekkül etmeden, kudsî bir tecellî ile başlamıştır. Yâni ilk parlayan varlık cevheri, “Nûr-i Muhammedî”dir.

    Hazret-i Peygamber, nûru ile Hazret-i

    Âdem’den önce, cismâniyeti ile bütün peygamberlerden sonra zuhûr etmekle, nübüvvet takvîminin ilk ve son yaprağı olmuştur. O, zaman itibâriyle son, yaratılış itibâriyle ilk peygamberdir. Zîrâ risâlet takvimi, varlığın ilki olan “Nûr-i Muhammedî” ile başlamış; son yaprağı da “cismâniyet-i Muhammedî” ile nihâyet bulmuştur. Bu bakımdan denilebilir ki;

    Meleklerin secdeye mecbur kılındığı Âdem -aleyhisselâm-;

    Semâvî hayranlığın esrârını taşıyan İdrîs -aleyhisselâm-;

    Tûfânı ile yeryüzünün küfürden temizlendiği Nûh -aleyhisselâm-;

    Fırtınalarla alt-üst edilen Âd Kavmi’nin peygamberi Hûd -aleyhisselâm-;

    Azgınlık ve taşkınlıkları sebebiyle zelzelelerle kökünden sarsılarak helâk edilen Semûd Kavmi’nin peygamberi Sâlih -aleyhisselâm-;

    Nemrûd’un ateşlerini, tevekkül ve teslîmiyeti ile gülistâna çeviren İbrâhim -aleyhisselâm-;

    İhlâs, sadâkat, tevekkül ve teslîmiyeti ile sembolleşen, kıyâmete kadar hac ibâdetinde bütün mü’minlere kıssaları hatırlatılan İsmâil -aleyhisselâm-;

    Neslinden Benî İsrâil peygamberleri gelen Hazret-i İshâk -aleyhisselâm-;

    Azgınlık ve ahlâksızlıktaki taşkınlıkları ile yerin dibine geçip târihin çöplüğünde yerini alan “Sodom-Gomore” halkının mahzun peygamberi Hazret-i Lût -aleyhisselâm-;

    Tevhîd sancağını maşrıktan mağribe taşıyan Zülkarneyn -aleyhisselâm-;

    Muhabbet ve hasretle kavrulan ve sabırda âbideleşen Yâkûb -aleyhisselâm-;

    Bir müddet kölelik, sonra zindanda yalnızlık, gariplik, çile, ıztırap, meşakkat, riyâzat ve nefs mücâhedesinin ardından Mısır’a ve gönüllere sultan olan ve mehtapları solduran cemâli ile Yûsuf -aleyhisselâm-;

    Gönülleri vecde getiren hitâbeti ile kendisine “Hatîbü’l-Enbiyâ” denilen Hazret-i Şuayb -aleyhisselâm-;

    Esrâr-ı ilâhiyeyi Hazret-i Mûsâ’ya tâlim eden Hızır -aleyhisselâm-;

    Firavun’un saltanatını alt-üst eden, Kızıldeniz’den mûcizevî asâsı ile yollar açan Mûsâ -aleyhisselâm-;

    Mûsâ -aleyhisselâm-’ın her zaman ve mekânda yardımcısı olan sâlih kardeşi Hazret-i Hârûn -aleyhisselâm-;

    Zikri ile; dağları, taşları, vahşî hayvanları, istiğrak hâline getiren Dâvûd -aleyhisselâm-;

    Muazzam saltanatını, kalbinin dışında taşıyabilen Süleyman -aleyhisselâm-;

    Yüz senelik bir ölümden sonra tekrar diriltilerek, kıyâmetteki yeniden yaratılışa misâl olan Üzeyir -aleyhisselâm-;

    Derin tefekkürü ile sabrın bileyi taşı olan Eyyûb -aleyhisselâm-;

    Büyük bir vecd hâlinde, istiğfar, duâ ve zikrin hakîkatinde derinleşerek karanlıkları aşan Yûnus -aleyhisselâm-;

    Ardından “İlyâs’a selâm olsun!” hitâbı ile ilâhî iltifat ve teveccühe mazhar olan Hazret-i İlyâs -aleyhisselâm-;

    Âlemlere üstün kılınan Hazret-i Elyesa‘ -aleyhisselâm-;

    İlâhî rahmete gark edilen sâlih peygamber Hazret-i Zülkifl -aleyhisselâm-;

    Hikmetli nasîhatleriyle destanlaşan, zâhirî ve bâtınî hekimlerin pîri Hazret-i Lokman Hakîm -aleyhisselâm-;

    Testere ile ikiye bölünürken dahî “aah!” demeden, tevekkül ve teslîmiyetini muhâfaza eden mazlum peygamber Zekeriyyâ -aleyhisselâm-;

    Babası gibi ölümü şehîdlikle karşılayan Yahyâ -aleyhisselâm-;

    Fârik vasfı nefs tezkiyesi olan, ilticâ ve tazarrûsu ile hastalara şifâ veren ve ölüleri dirilten, semâvî peygamber Îsâ -aleyhisselâm-;

    Hulâsa, yüz yirmi bin küsûr peygamber ve onlarda sergilenen bütün ilâhî kudret tecellîleri, sanki bereketli Nisan bulutları gibi âzamî derecede işbâ hâline geldikten (doyum noktasına ulaştıktan) sonra beşeriyetin gönül toprağına mecbûrî bir sûrette boşaldı. Ve bereketli bir hidâyet şerâresi hâlindeki nebîler silsilesi, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in zuhûra gelmesinin âdeta birer ikbâl ve bahar müjdesi oldu…

    *

    İbn-i Abbas -radıyallâhu anh-’dan rivâyet edilir:

    Cenâb-ı Hak, Havvâ vâlidemizi, Hazret-i Âdem’in sol kaburga kemiğinden yarattı. Âdem -aleyhisselâm- o esnâda uyumaktaydı. Uyanıp yanında bir filiz gibi Havvâ’yı görünce, kalbi ona aktı ve elini uzattı. Melekler:

    “–Yâ Âdem, dokunma ona! Henüz nikâhın kıyılmadı!..” dediler.

    Bundan sonra Hazret-i Âdem ile Hazret-i Havvâ’nın nikâhları kıyıldı.

    Mehir olarak da, Hazret-i Muhammed Mustafâ’ya

    üç kere salevât-ı şerîfe

    getirildi. Bu, Allah huzûrunda ve Muhammedî hakîkat önünde ilk nikâhın başlangıcı oldu.[24] Böylece nikâh, Hazret-i Muhammed Mustafâ’ya salevât ile ulvî bir mânâ kazandı. Rahmet, bereket ve feyiz tecellîleri ile doldu.

    Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın rivâyetine göre Âdem -aleyhisselâm-, bir müddet sonra cennetten çıkarılmasına sebeb olan zellesi dolayısıyla da affı için Hazret-i Muhammed Mustafâ’yı vesîle ederek Cenâb-ı Hakk’a şöyle yalvardı:

    “–Yâ Rab! Muhammed hakkı için Sen’den beni bağışlamanı istiyorum!..”

    Allah Teâlâ (çok iyi bildiği hâlde, biz kullarına da mâlum olsun diye):

    “–Ey Âdem! Henüz yaratmadığım hâlde Muhammed’i sen nasıl bildin?” diye sordu.

    Âdem -aleyhisselâm-:

    “–Yâ Rab! Sen beni yed-i kudretinle yaratıp bana rûhundan üfürdüğünde başımı kaldırdım. Arşın sütunları üzerinde; «Lâ ilâhe illâllâh Muhammedü’r-Rasûlullah» cümlesinin yazılı olduğunu gördüm. Bildim ki Sen, ismine ancak mahlûkâtın en sevimlisini izâfe edersin!..” dedi.

    Bunun üzerine Cenâb-ı Hak:

    “–Doğru söyledin ey Âdem! Hakîkaten O, Bana mahlûkâtın en sevgili olanıdır. (Duâ edeceğin zaman) O’nun hakkı için Bana duâ et! (Çünkü şu an O’nun hakkı için ettiğin duâ sebebiyle) Ben seni bağışladım! (Bilesin ki), şâyet Muhammed olmasaydı, seni yaratmazdım.” buyurdu. (Hâkim, II, 672/4228; Beyhakî, Delâil, V, 488-489)

    *

    Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayâtı, geçmiş peygamberlere nasîb olmayan hayâl ötesi şeref tecellîleri ile doludur.

    Fahr-i Kâinât Efendimiz’den gayri bütün peygamberlerin vazîfeleri, belli bir zaman ve mekân ile sınırlıdır. Bundan dolayı, onlardan bize zengin bir davranışlar manzûmesi intikâl etmemiştir. Hâlbuki Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bi’setinden, yâni peygamber olarak gönderilişinden kıyâmete kadar bütün zaman ve mekânları irşâda memur kılınmıştır. Bunun içindir ki O’nun bütün davranışları en cüz’î ve mahrem teferruâtına kadar sahih bir rivâyet silsilesiyle günümüze kadar intikal ettiği gibi, kıyâmete kadar da intikal edecektir. Zîrâ Hak Teâlâ, O’na tahsis edilmiş olan “âhir zaman”ın bütün insanlarına O’nun bir “üsve-i hasene”, yâni mükemmel bir örnek şahsiyet olmasını murâd etmiştir.

    Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- birtakım hükümler getirmişti. Hazret-i Dâvud -aleyhisselâm- Allâh’a duâ ve münâcâtları tegannî etmekle temâyüz etmişti. Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm- insanlara mekârim-i ahlâkı (güzel ahlâkı) ve zühdü öğretmek için gönderilmişti. İslâm Peygamberi Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise, bunların cümlesini getirdi: Hükümler koydu. Nefsi tezkiye edip berrak bir kalp ile Allâh’a duâyı öğretti. En güzel ahlâkı bildirdi ve yaşayışı ile numûne oldu. Fânî dünyânın yaldızlı süslerine aldanmamayı tavsiye buyurdu. Kısaca, bütün peygamberlerin salâhiyet ve vazîfelerinin tamâmı O’nda bir araya geldi. Nesep ve edep asâleti, cemâl ve kemâl saâdeti, hep O’nda toplanmıştı.

    Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de hiçbir peygamber üzerine yemin etmezken, Hicr Sûresi’nin 72. âyetinde «Le-amruke» buyurarak Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayâtı üzerine yemin etmiştir.

    Mutasavvıf şâir Şeyh Gâlib bu hakîkati ne güzel ifâde eder:

    Sultân-ı Rusül, şâh-ı mümeccedsin Efendim,

    Bîçârelere devlet-i sermedsin Efendim,

    Dîvân-ı İlâhî’de ser-âmedsin Efendim,

    Menşûr-i “le-amruk”le müeyyedsin Efendim,

    Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin Efendim,

    Hak’tan bize sultân-ı müeyyedsin Efendim…

    “Peygamberlerin sultanı, şânı yüce bir pâdişahsın Efendim! Çâresizlere ebedî bir devlet ve devâsın Efendim! Mahşerin dehşetli günlerinde, ümmetinin başında bir hâmîsin Efendim! Şânın üzerine Cenâb-ı Hakk’ın; «Sen’in ömrüne yemin olsun!» diyerek and içtiği kasemle te’yîd edilmiş bir Peygamber’sin Efendim! Sen; Ahmed, Mahmûd, Muhammed’sin Efendim! Cenâb-ı Hakk’ın te’yîdine mazhar kılarak bize lutfettiği yüce bir sultansın Efendim!”

    Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in diğer peygamberlerde bulunmayan husûsiyetlerinden bir diğeri de, Kur’ân-ı Kerîm’de onlara “Yâ!” nidâsı ile, yâni; “Ey Âdem, ey Nûh, ey İbrâhîm, ey Mûsâ, ey Dâvûd, ey Îsâ, ey Zekeriyyâ, ey Yahyâ!” gibi ismen hitâb edildiği hâlde, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e hiçbir defâ ismiyle hitâb edilmeyip, ancak; “Ey Nebî, ey Rasûl, ey Müzzemmil, ey Müddessir!” diye sıfatlarıyla hitâb olunmasıdır.

    Bu hususta Hak Teâlâ şöyle buyurur:

    “(Ey mü’minler!) Peygamber’i, kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın!..” (en-Nûr, 63)

    İbn-i Abbas -radıyallâhu anhümâ- bu âyet-i kerîme hakkında şu îzahta bulunmuştur:

    “İnsanlar, Allah Rasûlü’ne; «Yâ Muhammed, ey Ebû’l-Kâsım» diye hitâb ediyorlardı. Allah Teâlâ, Nebîsi’nin şerefini yüceltmek için onları böyle hitâb etmekten nehyetti. Bundan sonra insanlar; «Yâ Nebiyyallâh, yâ Rasûlallâh!» diye hitâb ettiler.” (Ebû Nuaym, Delâil, I, 46)

    Demek ki Rabbimiz’in Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamber Efendimiz’e ismen değil de yüce sıfatlarıyla hitâb etmesi, O’na karşı gerekli olan hürmet ve edebi tâlim etmekte ve bu hususta bir ölçü bildirmektedir.

    Ayrıca Allah -celle celâlühû-, sadece Peygamber Efendimiz’e “Habîbim” diye hitâb etmiştir.[25]

    Yine Efendimiz’in Mescid-i Aksâ’da bütün peygamberlere imamlık yapmasıyla[26] rüchâniyeti, yâni üstünlük ve ayrıcalığı sâbit olmuştur.

    Mîrâc da, peygamberler arasında yalnız O’na nasîb olmuştur. Mûsâ -aleyhisselâm-’daki; “لَنْ تَرٰين۪ي : …Beni aslâ göremezsin!..”[27] sırrı, O’na lutfedilen Mîrâc esnâsında;

    “فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰى : O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hattâ daha da yakın oldu.”[28] şeklinde tecellî etmiştir.

    İnsanı Allâh’a en çok yaklaştıran ibâdet olan namaz, O’nun ümmetine bu Mîrâc’ın ulvî bir hediyesi olarak ikrâm edilmiştir.

    *

    Şâir Kemâl Edib Kürkçüoğlu, burada sayılan ve sayılamayan daha nice güzellikleri ve özellikleri kendinde toplayan Allah Rasûlü’nün Sünnet’inden uzakta kalan gâfil mü’minleri şu beytiyle ne güzel irşad ve îkaz ediyor:

    İltifâtından uzak düşmesi eyvâh eyvâh;

    İki dünyâda yeter gâfile hüsrân olarak!..

    “Eyvâh, eyvâh! Hazret-i Peygamber’in iltifâtından uzak düşmesi, gâfil bir insana (elbette) hüsrân olarak yeter!”

    Zîrâ Kur’ân ve Sünnet’in hakîkatini kavrayabilmek, ancak Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in örnek ahlâkına ve O’nun kalbî derinliğine yaklaşabilmekle mümkündür.

    Rabbimiz bizleri, O’na muhabbetle bağlanan sâdık bir ümmet eylesin! Zîrâ O, kâ’bına erişilmez bir merhamet ve şefkat ufkuydu!

    Âlemlerin Fahr-i Ebedîsi’ne her dâim salât ve selâm olsun! Zîrâ en korkulu günde O’nun tevessül ve şefâatine muhtâcız!..

      Forum Saati Cuma Mayıs 17, 2024 4:59 am